Nisan 24, 2024

PoderyGloria

Podery Gloria'da Türkiye'den ve dünyadan siyaset, iş dünyası

Türkiye Avrupa’nın bir parçası ve yeni Avrupa Birliği’nin bir parçası olacak

Ankara

AB işlerinden sorumlu üst düzey bir Türk uzmanı Çarşamba günü, Türkiye’nin, uzlaşmaz farklılıkları kabul eden bir entegrasyon yöntemi olan Avrupa Birliği’nin değişen geometrisinin bir parçası olacağına duyduğu güveni dile getirdi.

Türkiye’nin demokratik olarak seçilen ilk çağdaş başbakanı Adnan Menderes’in 1959’da Avrupa Birliği’ne gelmesinin üzerinden 62 yıl geçti. 1980’lerde Başbakan Turgut Özal’ın ve 1990’lardan itibaren diğer Türk liderlerin muazzam çabalarına rağmen, ortaya çıkan.

2004’te başlayan tam üyelik müzakereleri, Türkiye’de 15 Temmuz 2016’da yenilgiye uğrayan darbenin ardından durmuş görünüyor.

Ancak Türkiye o zamandan beri ilişkileri canlandırmaya çalışıyor.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 9 Ocak 20201 tarihinde Avrupa Birliği Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile düzenlediği video konferans sırasında Türkiye’nin geleceğinin Avrupa’da olduğunu açıklaması önemli bir adım olarak karşılandı.

Öte yandan Avrupa Birliği, Brexit ve mülteci krizinden sonra yeni yönünü arıyor.

Anadolu Ajansı adına Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Yayın Yönetmeni Metin Mutanoğlu, Türkiye’nin kuzeybatısındaki Kocaeli Üniversitesi’nde Türk-Avrupa ilişkileri alanında önde gelen araştırmacılardan İrfan Kıyar Ülger ile röportaj yaptı.

AA: Ülger, fark edeceğiniz gibi, Gümrük Birliği gibi Türkiye-Avrupa ilişkilerinde derin bir adım olan 3 Ekim 2005’te katılım müzakerelerinin başlangıcıydı. Ancak 60 yıldır umduğumuz gibi ilerleyemedik. Peki, bize son durum hakkında bilgi verir misiniz?

Olger: O halde, Türkiye’nin resmen aday ülke olarak sınıflandırıldığı 1999 Helsinki Zirvesi’nden 5 yıl sonra, 3 Ekim 2005’te, katılmayı reddetmenin başladığı Türkiye-Avrupa ilişkilerinin son on yıllarını hatırlayarak başlayalım.

Türk yasa ve yönetmeliklerinin “AB toplumu tarafından edinilmesi” nin uygulanabilirliğinin incelenmesinin yapıldığı tarama süreci bir yıl sürdü. Ardından müzakere gündem sınıfları konusu geldi. O zamana kadar, Türk halkı Avrupa Birliği’ni güçlü bir şekilde destekliyordu ve ülkenin Birliğe üyeliği konusunda yüksek beklentileri vardı. Ne yazık ki ilk iki yıl içinde hüsrana uğramaya başladık.

İlk sürpriz, 2006 yılında, Avrupa Birliği Konseyi’nin, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki anlaşmazlığı kullanarak, Güney Kıbrıs yönetiminin Protokol I’e mazeret olarak dahil edilmesini kullanarak müzakere eden 35 başlıktan sekizini veto etmesiyle ortaya çıktı. Bunu, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin beş fasıl müzakereye itirazı izledi ve Güney Kıbrıs yönetimi 2009’da altı fasıl müzakeresine itiraz etti.

Şu anda 35 müzakere faslından 16’sı açılmış, ondört müzakere faslı kapalıdır. 2016’dan beri müzakereler için yeni bir fasıl açılmadı. Bu nedenle, katılım müzakereleri yasal olarak devam etmesine rağmen uygulamada durmuştur.

Bu arka plana karşı, bir müzakere ülkesi ile açılan yeni fasıllara her üye devletin onayını gerektiren Avrupa Birliği müzakereleri çerçevesinden kaynaklanan hukuki ve teknik sorunların büyük engeller oluşturduğunu iddia etmek doğru olacaktır.

Bu, Türkiye’nin Kıbrıslı Türklere ve Avrupa Birliği’nin Güney Kıbrıs Yönetimine güçlü tarihsel desteğinin, Türkiye’nin AB üyeliğine giden yolunu tıkadığı anlamına geliyor.

AA: Her şeyi hesaba katarsak, Türkiye’nin AB üyeliği hakkındaki görüşünüzü bizimle paylaşır mısınız?

Olger: Bence Türkiye’nin AB üyeliğine olan tutkusu doğru. Tarihsel olarak Batı, Türkiye’de demokrasinin, temel hakların ve özgürlüğün geliştirilmesinde etkili bir role sahip olmuştur.

Örneğin, Türkiye’nin çok partili bir sisteme dönüşümü, 1946’da Avrupa Konseyi’nin baskısı altında gerçekleşti.

Aynı şekilde Türkiye’nin refahı da Avrupa Birliği ile yakın bağları sayesinde mümkün oluyor. Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki 1996 Gümrük Birliği Antlaşması, Türkiye’ye doğrudan yabancı yatırım akışını artırarak kişi başına düşen geliri artırmıştır.

Türkiye, Avrupa Birliği’nin buna hiçbir şekilde izin vermeyeceğine inanmakta haklıdır. Türkiye’nin üyeliğine ilişkin belirsizlik Avrupa Birliği’nden kaynaklanıyor gibi görünüyor. Ancak durum biraz daha karmaşık.

AB üye devletleri arasında, eski Doğu Bloku ülkelerini içeren genişlemelerden sonra AB’nin alması gereken yöne ilişkin anlaşmazlıklar ile ilgilidir.

İkinci olarak, Fransa ve Hollanda’nın 2005 yılında Avrupa Birliği anayasası taslağını reddetmesinin ardından, Birliğe daha fazla entegrasyon durdu.

Üçüncüsü, şu anda İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve popülist milliyetçi partilerin ortaya çıkışına tanık oluyoruz. Bu, Arap Baharı’ndan sonra Orta Doğu ülkelerinden Avrupa’ya mülteci akını ile birleştiğinde, Türkiye’nin Avrupa görünümünü olumsuz etkiledi.

İspanya, İtalya ve Malta gibi Türkiye’nin üyeliğini destekleyen ülkeler var. Ancak, başkalarını Türkiye’nin girmesine izin vermeye ikna edemiyorlar.

AA: Takip etmiş olabileceğiniz gibi Erdoğan 9 Ocak’ta Ursula von der Leyen ile bir video görüşmesi yaptı ve Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Brüksel’de AB dış politika sorumlusu Joseph Borrell ile bir araya geldi. Bu son gelişmeler ışığında, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sorunların yakında çözüleceğini düşünüyor musunuz?

Olger: Bana göre Türkiye-Avrupa ilişkileri için artık üç seçenek var.

Birincisi, Avrupa Birliği hatalarını kabul ediyor ve Türkiye’ye karşı olumlu ve yapıcı bir tutum geliştiriyor. Ancak bu pek olası görünmüyor.

İkincisi, Türkiye Avrupa ile ilişkilerini kesti, Rusya, Çin ve İran’ın yanında yer aldı ve Doğu’ya odaklandı. Bunun aşırı ve olası olmadığını düşünüyorum.

Üçüncü seçenek, Türkiye-Avrupa ilişkilerini tarihsel bağlamı dikkate alarak yeniden tanımlamaktır. Demek istediğim, Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması (EFTA) gibi Türkiye ile Avrupa Birliği arasında malların, hizmetlerin, sermayenin ve insanların serbest dolaşımına izin verecek bir anlaşma.

Muhtemel gördüğüm böyle bir anlaşma ile Türkiye’nin Avrupa’daki ve dünyadaki konumunu güçlendireceğini düşünüyorum.

AA: Türk izleyicisine ne önerirsiniz? Türkiye-Avrupa ilişkilerine hayal kırıklığı mı yaşayacağız yoksa rasyonel bir yaklaşım mı geliştireceğiz?

Olger: Tarihsel olarak konuşursak, Türkler Avrupa tarihinin bir parçası olmuştur. Dolayısıyla Türkiye’nin Avrupa Birliği’ndeki yerini işgal etmesi doğaldır. Türkiye’nin insan potansiyeli ve girişimci ruhu sayesinde İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden çıkışının bıraktığı boşluğu muhtemelen dolduracaktır. Bu bağlamda, hükümetin bahsettiği son reform hamlesini Türkiye’nin Avrupa’daki imajını yeniden tesis etmek için önemli bir fırsat olarak görüyorum.

AA: Son olarak, pandeminin ve Brexit’in neden olduğu ekonomik ve politik gelişmeleri düşünerek, Avrupa Birliği için nasıl bir gelecek bekliyorsunuz?

Olger: Gelecekte federasyonun farklı ve değişen bir yapıya sahip olacağına inanıyorum. Temel olarak, en yüksek entegrasyon seviyesine ulaşmış ülkeler olacaktır. İkinci daire, Euro bölgesi ülkelerinden oluşur. Üçüncü daire, Avrupa Serbest Ticaret Birliği’ne benzer bir alan olacaktır. Son daire, geçici bir birleşim alanı olacaktır. Türkiye şu anda dördüncü bölgede.

Ancak Türkiye’nin üçüncü hatta ikinci çemberde yer almasının mümkün olacağını düşünüyorum.

Aşırı kötümser veya iyimser olmaktansa, AB konusunda pragmatik olmanızı öneririm.

* Yazan: Ahmed Genecturk

Anadolu Ajansı web sitesinde özet olarak AA Haber Yayın Sistemi (HAS) abonelerine gönderilen haberlerin sadece bir kısmı yer almaktadır. Abonelik seçenekleri için lütfen bizimle iletişime geçiniz.